Yaşam

Ahmet Şerafettin Yamaner’den 30 Ağustos Mesajı

TESUD Bolu Şube Başkanı Emekli p. KD. BNB. Kıbrıs Gazisi Ahmet Şerafettin Yamaner, 30 Ağustos 1922 Büyük Zaferin 99’ncu yıldönümü nedeniyle açıklama yayınladı. Yamaner, yaptığı açıklamada, “Bu toprakların yeniden vatan..

Ahmet Şerafettin Yamaner’den 30 Ağustos Mesajı

TESUD Bolu Şube Başkanı Emekli p. KD. BNB. Kıbrıs Gazisi Ahmet Şerafettin Yamaner, 30 Ağustos 1922 Büyük Zaferin 99’ncu yıldönümü nedeniyle açıklama yayınladı. Yamaner, yaptığı açıklamada, “Bu toprakların yeniden vatan olması; hür, özgür ve tam bağımsız olarak bütün kazanımlarımız ile yaşamamızı güçlü ordu ile kazanılan “Büyük Taarruz ve Başkomutan Meydan Muharebesine” borçluyuz” ifadelerini kullandı.
TESUD Bolu Şube Başkanı Emekli p. KD. BNB. Kıbrıs Gazisi Ahmet Şerafettin Yamaner, açıklama yayınlayarak 30 Ağustos 1922 Büyük Zaferin 99’ncu yıldönümünü kutladı

Yamaner’in yaptığı açıklama şu şekilde;

“Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün Başkomutanlığında 26 Ağustos 1922’de Afyon-Kocatepe’de başlayan ve 30 Ağustos’ta 1922’de Dumlupınar’da emperyalist devletlere karşı kazanılan “Büyük Taarruz ve Başkomutanlık Meydan Muharebesi” sonrası “Bağımsızlık” ve “Kurtuluş” mücadelemizin zaferle taçlandığı, Cumhuriyetimizin temellerinin inşa edildiği, tarihten silinmek istenen bir milletin direniş ve dirilişinin yükseldiği, “30 Ağustos Zafer Bayramı” kutlu olsun. 30 Ağustos; milletimizin özgürlük ve bağımsızlık yolundaki inanç, irade ve kararlılığını bütün dünyaya göstererek Cumhuriyetimizin kuruluşuna giden yolun bir mihenk taşını ve “Milli Mücadelenin” dönüm noktasını oluşturmuştur. Bugün, Türk Milleti emperyalizme ve yerli işbirlikçilerine karşı canını, malını, namusunu, varını yoğunu ve bütün gücünü ortaya koyarak “Kuvayı Milli Ruhu” ile vatanını kurtarmıştır. 30 Ağustos Zafer Bayramına giden süreçte 1918-1922’de emperyalist işgale uğrayıp elimizden çıkan topraklar, Büyük Taarruz ve Başkomutanlık Meydan Muharebesi ile yeniden vatan toprağı yapılmıştır. Tarihimizin en büyük ve şanlı zaferinin kazanıldığı “Büyük Taarruz”, Türk ordusunun işgalci güçlere son ve kesin darbeyi vurmak ve Anadolu’dan atmak için Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün, “Sad Planı” olarak (mübarek, kutlu taarruz planı) düşünüp planlandığı gizli bir harekât olmuştur. Asıl amaç; kesin sonuçlu bir muharebenin ardından, düşmanın savaşma azim ve iradesini tamamen ortadan kaldırması ile Türk Kurtuluş Savaşı’nın son safhasını ve zirvesini teşkil etmiştir. Hazırlanan stratejik plan, önce baskın biçiminde geliştirilmiş ve ani saldırı ile “İmha Muharebesini” hedeflemiştir. 1922 yılının Haziran ayı ortalarında taarruz kararını alınmış, bu karar çok gizli kalmak şartıyla sadece Batı Cephesi Komutanı İsmet İnönü, Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak ve Millî Savunma Bakanı Kâzım Özalp arasında paylaşılmıştır. Harekât hazırlıkları büyük bir özen ve büyük gizlilik içinde batı cephesinin kuzey ve güney cephesindeki Türk birlikleri Kocatepe bölgesine kaydırılmıştır. Ordunun ana kuvvetini düşmanın Afyonkarahisar yakınlarında bulunan sağ kanat grubu güneyinde ve Akarçay ile Dumlupınar hizasına kadar bölgede toplamak amaçlanmıştır. Çünkü düşmanın en hassas ve önemli noktası olarak burası tespit edilmiş ve mümkün olduğu kadar dış kanadında toplayarak kesin sonuçlu bir meydan savaşı düşünülmüştür”

 

“Atatürk, büyük taarruzun başlamasına adım adım yaklaşırken 23 Temmuz 1922 akşamı İngiliz General Townshend’in görüşme isteğinden yararlanarak Batı Cephesi Karargâhının bulunduğu Akşehir’e gelmiş ve görüşme için Konya’ya geçmiştir. Bilahare ordular arası futbol turnuvasını izleme bahanesiyle savaş planını görüşmek üzere tekrar Akşehir’e geçmiştir. 27/28 Temmuz gecesi taarruz ile ilgili Genelkurmay Başkanı’nın da katılımı ile toplantı yapılmış ve 15 Ağustos’a kadar hazırlıkların tamamlanması kararlaştırılmıştır. 28 Temmuz öğleden sonra Genelkurmay Başkanlığı toplantısını gizlemek amacıyla Ordu ve Kolordu komutanları bu maç için Akşehir’e çağrılmış ve 28/29 Temmuz gecesi toplantıda görüşleri alınmıştır. 30 Temmuz’da Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak ve Batı Cephesi Komutanı İsmet İnönü ile taarruz şekli ve ayrıntıları tespit edilmiştir. 6 Ağustos 1922’de İsmet İnönü, ordularına gizlice taarruz hazırlık emrini vermiştir.”

 

Başkomutan Mustafa Kemal Atatürk, Ankara’dan 20 Ağustos 1922’de saat 16.00’da Batı Cephesi Karargâhı Akşehir’e gelmiş, 20/21 Ağustos 1922 gecesi I ve II.Ordu Komutanları, Genelkurmay Başkanı ve Cephe Komutanı’na taarruzun nasıl yapılacağını harita üzerinde açıklamıştır.

Cephe Komutanı İnönü’ye 26 Ağustos sabahı taarruzun başlatılması emrini vermiş ve bu emirden sadece İsmet İnönü, Fevzi Çakmak ve Kazım Özalp’ın bilgisi olmuştur. Taarruz, taktik baskın şeklinde yapılacağı için kuvvetlerin yığınak ve hazırlıklarının gizli tutulması amacıyla her türlü yürüyüş gece yapılmış, birlikler gündüzleri köylerde ve ağaçlıklar altında istirahat edecek şekilde tertiplenmiştir.

24 Ağustos 1922’de komutanlık karargâhları Akşehir’den taarruz cephesi gerisindeki Afyon-Şuhut kasabasına taşınmış ve 25 Ağustos sabahı da muharebenin idare edileceği Kocatepe’nin güneybatısındaki çadırlı ordugâhına nakledilmiştir. Aynı gün Başkomutanın emriyle gizliliği sağlamak için Anadolu ile dış dünya arasında tüm haberleşmeler kesilmiştir. 26 Ağustos sabahı Kocatepe’de ordu harekâta hazır hale gelmiş ve Afyon’un stratejik önemi nedeniyle öncelikle bu bölgeyi ele geçirmek hedeflenmiştir. Yunanlılar, saldırıyı Türklerin geniş çapta yığınak yaptıkları kuzeyden Eskişehir bölgesinden beklemişler, ancak harekât güneyden İzmir demiryoluna hâkim durumdaki Afyon’dan başlamıştır.

26 Ağustos saat 04.00’te Başkomutan Mustafa Kemal Atatürk, İsmet İnönü ve Fevzi Çakmak’ın Afyon-Kocatepe’deki gözetleme yerine at sırtında hareket etmişler ve saat 05.00 de ulaşmışlardır. Büyük Taarruz, cesaret ve inançla zafere giden yol sabah saat 05.30’da Türk topçu ateşi ile başlamıştır. 26 Ağustos’ta İngiliz uzmanların raporuna göre 6 ayda geçilemeyeceğini iddia edilen düşman mevzileri birkaç saat içinde ele geçirilmiştir. 27 Ağustos’ta Türk orduları, önce süvari kolordusu coşkun bir sel gibi Sincanlı ve Afyon Ovası’na doğru akmış ve Afyon kurtarılmıştır. Mustafa Kemal Atatürk’ün ateş hatları arasında bizzat Zafertepe’den idare ettiği taarruzda, düşman ordusunun büyük kısmı 4 taraftan sarılarak çember içine alınmış, Yunan kuvvetleri dağıtılmış ve ana kuvveti yok edilmiştir. 30 Ağustos’a kadar Aslıhanlar bölgesi kuşatılmış, akşamında Türk birlikleri Kütahya’yı almış ve harekât öngörüldüğü gibi 5 gün içinde düşman birliklerinin imha edilmesi ile Türk ordusunun kesin zafer ile sonuçlanmıştır. Atatürk, büyük taarruzu; “Afyonkarahisar, Altıntaş, Dumlupınar arasında büyük bir meydan savaş halinde 5 gün, 5 gece sürdü” sözleri ile belirtmiş ve 31 Ağustos’ta Türk ordusu İzmir’e doğru yol almıştır.”

“Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Başkomutan Mustafa Kemal Atatürk, Genelkurmay Başkanı ve Batı Cephesi Komutanı 31 Ağustos’ta Zafertepe-Çalköy’e gelerek yıkık bir evin avlusunda kırık bir kağnı yanında yaptığı değerlendirmede; “Bugünkü muharebeler Türk ordusuna büyük savaşı kazandıracak bir durum sağlamıştır. Uşak istikametine çekilen dağınık birliklerin toparlanmasına meydana vermemek lazımdır. Az kayıplarla çekilen Eskişehir Kolordusu ile birleşerek ve Yunanistan dan getirecekleri yeni birliklerle İzmir yakınlarında bir hatta savunmaları düşünülebilir. Bunun için Eskişehir Grubu’nu da yakalayıp mağlup etmek ve asıl kuvvetlerle durmadan süratle İzmir e girmek lazımdır.”

Bu kararından sonra ordularına 1 Eylül 1922’de Genelkurmay Başkanı, Batı Cephesi Komutanı İsmet İnönü, Kurmay Başkanı Asım Gündüz ile Uşak’ın Eşme ilçesine bağlı Takmak köyü yakınlarında oturduğu meşe ağacının altında karargâh subayı Şükrü Ali Bey’e “Batı Cephesi Kumandanlığı” yazılı kâğıda hedefi göstererek; “Türkiye Büyük Millet Meclisi Orduları. Afyonkarahisar-Dumlupınar büyük meydan muharebesinde zalim ve mağrur bir ordunun asli unsurlarını, inanılmayacak kadar kısa sürede bir zamanda yok ettiniz. Büyük ve soylu milletimizin fedakârlıklarına layık olduğunu kanıtlıyorsunuz.

Sahibimiz olan Türk milleti, istikbalinden emin olmaya haklıdır. Muharebe meydanlarındaki maharet ve fedakârlıklarınızı yakından gözlem ve takip ediyorum. Bütün arkadaşlarımın Anadolu’da başka meydan muharebeleri verileceğini göz önüne alarak ilerlemesini ve herkesin fikri güçlerini, kahramanlık ve vatanseverliğini, birbirleriyle yarışırcasına göstermeye devam etmesini talep eylerim. Ordular, İlk hedefiniz Akdeniz’dir. İleri.” birliklere tarihi emrini vererek Türk ulusunun kaderini değiştirmiştir. 1 Eylül’de Uşak, 2 Eylül’de Eskişehir ve 11 Eylül’de Osmanlı Devleti’nin ilk başkenti Bursa düşman işgalinden kurtarılmıştır. Bursa’nın işgalinden dolayı TBMM kürsüsüne konmuş olan siyah matem örtüsü kaldırılmıştır.

2 Eylül akşamı Yunan ordusunun Başkomutanlığını yapan General Nikolaos Trikopis, Dighenis ve beraberindeki 500 subay, 5 bin asker Uşak civarında esir alınmıştır. 3 Eylül’de Atatürk’ün huzuruna çıkarılan General Trikopis’e, “Siz, bir asker ve şerefli bir insan olarak elinizden geleni yaptınız. Sorumluluk, şansızlığınızdan geliyor. Üzülmeyin” diyerek teselli etmiştir. Yine, esir alınan Yunan subayı, Atatürk’ün Mareşal ve Başkomutan olduğunu öğrendiğinde; “Bir Başkomutanın cepheye bu kadar yakın yerde olması görülmüş şey değil” zaferin özünü askerleri ile birlikte cephe hattında savaşarak kazanıldığını söylemiştir.

Kahraman Türk ordusu; 9 Eylül 1922’de vaat edilen tarihten bir gün önce İzmir’e ulaşmış ve düşmanı denize dökmüştür. Atatürk, zaferin kesin kazanacağı inancıyla İzmir’deki İtilaf Devletleri konsoloslarının görüşme talebine, 9 Eylül 1922’de Kemalpaşa (Nif)’da görüşebileceğini belirtmiş; “Gerçekten de, söz verdiğim gün, ben Kemalpaşa’da bulundum. Fakat görüşme isteyenler orada değildi. Çünkü ordularımız, İzmir rıhtımında, ilk verdiğim hedefe, Akdeniz’e ulaşmış bulunuyorlardı”. Öngördüğü tarihten bir gün önce gerçekleştiği için randevuya konsoloslar gelmemiştir. 26-30 Ağustos 1922’de Büyük Taarruz ve Başkomutan Meydan Muharebesi sonucunda 9 Eylül 1922’de İzmir’in kurtuluşu ile Türk toprakları Yunan işgalinden temizlenerek “Büyük Zaferi” elde etmiştir. Bu zafer, inceden inceye hesaplanmış bir planın ve hem stratejik, hem taktik alanda düşünülmüş ezici bir kuvvetle, beklenmedik bir şekilde, tek bir noktaya yüklenerek ve savunulmayan yanlardan yararlanarak düşman kuvvetlerinin çökertilmesi ile kazanılmıştır. Ülkenin geleceği için binlerce şehidin, milli birlik ve beraberlik ruhu içinde özgürlük ve bağımsızlık meşalesinin sonsuza dek sönmemek üzere yakıldığı büyük bir zaferdir.

Bu zafer, vatan toprağı işgal altında bulunan bir milletin, yokluklara rağmen azimle, inançla ve kararlılıkla toprağını nasıl savunacağını büyük bedeller ödeyerek yedi düvele göstermiştir. Anadolu’da bugün yaşadığımız toprakları yeniden “Vatan” yapmış, bir milleti bağımsızlığa kavuşturmuş ve tarihe altın harflerle yazmıştır. Atatürk, Büyük Zaferi; “Her evresi ile düşünülmüş, hazırlanmış, idare edilmiş ve zaferle neticelendirilmiş olan bu harekât Türk ordusunun, Türk subay ve komuta heyetinin yüksek kudret ve kahramanlığını tarihe bir kere daha geçiren muazzam bir eserdir. Bu eser, Türk milletinin hürriyet ve istiklâl düşüncesinin ölümsüz bir abidesidir. Bu eseri vücuda getiren bir milletin evlâdı, bir ordunun başkomutanı olduğumdan, mutluluk ve bahtiyarlığım sonsuzdur.” ordusu ile gurur duyan, hem liderlik hem de komutanlıktaki üstün yeteneğini ortaya koyan Ebedi Başkomutan, zaferin büyüklüğünü, önemini ve anlamını belirtmiştir.

Falih Rıfkı Atay; “Nemiz varsa, bağımsız bir devlet kurmuşsak, hür vatandaş olmuşsak, şerefli insanlar gibi dolaşıyorsak, yurdumuzu Batı’nın, vicdanımızı Doğu’nun pençesinden kurtarmışsak, şu denizlere bizim diye bakıyor, bu topraklarda ana bağrının sıcağını duyuyorsak, belki nefes alıyorsak; hepsini, her şeyi 30 Ağustos Zaferi’ne borçluyuz“ sözleri ile belirtmiştir. Mehmet Akif Ersoy; “Ne büyük zaferdi o” ve Velid Ebüzziyazade, 10 Eylül 1922’de Tevhid-i Efkar’da kaleme aldığı yazıda; “26 Ağustos Anadolu zaferi öyle muazzam vakadır ki dünyada hiçbir millete, tarihinin hiçbir devresinde bu kadar şanlı, bu kadar muazzam, bu kadar ferahlık veren bir zafer nasip olmamıştır.” sözü ile anlatmıştır.

“Milli Mücadele, 15 Mayıs 1919’da İzmir rıhtımında başlamış ve 9 Eylül 1922’de aynı yerde bitmiştir. 18 Eylül’de Yunan ordusunu Batı Anadolu ve Marmara’yı terk ederek 11 Ekim 1922’de Mudanya Ateşkes Anlaşmasının yapılması ile emperyalist devletler tarafından “Büyük Zafer” kabul ve tescil edilerek ilk diplomasi zafer elde edilmiştir. 26 Ağustos-18 Eylül 1922 arasında Türk ordusu 2543 şehit, 9977 yaralı olmak üzere toplam 12575 kayıp vermiş ve Yunan ordusu 20 bin civarındaki esir hariç yaklaşık 121500 kayıp vermiştir.

“Büyük Zafer sonrası 30 Ağustos Zafer Bayramı, Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk’ün Başkomutanlık Meydan Muharebesi’ni sevk ve idare ettiği Zafertepe’de, 30 Ağustos 1924’de “Başkumandan Zaferi” ismiyle ilk kez kutlanmış ve konuşmasında; “Milletimiz, egemenliğini eline aldığı gün, en karanlık yoksulluğun, en derin uçurumun kıyısında idi. Bütün güçleri yıpranmış, bütün savunma araçları elinden alınmış, kutsal varlıkları saldırıya uğramış, pek acıklı bir durumda idi. Bütün bunları hiçe sayarak varlığını ve bağımsızlığını kurtarmaya karar verdi. Bu kararında başarı sağlayabilmek için bütün milletin kendine bir hedef ve hareket seçmesi gerekiyordu.

O, hedef burasıydı. Amaç olan başarı, işte burada kazanılan zaferdir. 30 Ağustos Zaferi, Türk Tarihinin en önemli dönüm noktasını oluşturur. Türk milletinin burada kazandığı zafer kadar kesin sonuçlu, yalnız bizim tarihimize değil, dünya tarihine yeni bir akım vermekte kesin etkili bir meydan savaşı hatırlamıyorum. Hiç şüphe etmemelidir ki yeni Türk Devleti’nin, genç Türkiye Cumhuriyeti’nin temelleri burada atıldı.

Ebedî hayatı burada taçlandırıldı. Bu sahada akan Türk kanları, bu semada uçuşan şehit ruhları, devlet ve cumhuriyetimizin ebedî muhafızlarıdır. Bu muazzam zaferin en büyük amili de, Türk milletinin kayıtsız şartsız hâkimiyetini eline almış olmasıdır.” ilk törende millî ruhun canlı tutulmasının önemini vurgulamış ve “Meçhul Asker Abidesi’nin’’ temelini eşi Latife Hanım ile beraber Dumlupınar’da 30.08.1924’te atmıştır. Büyük zafer, gerçekleştirdiği koşullar, kazanılma biçimi ve sonuçları itibarıyla tarihimizin en önemli zaferi olmuştur.”

“30 Ağustos Zafer Bayramı’nın”, Türk ordusu için ayrı bir önemi ve anlamı vardır. Mustafa Kemal Atatürk; “Bu zaferi kazanan ben değilim. Bunu asıl, tel örgüleri hiçe sayarak atlayan, savaş meydanında can veren, yaralanan, kendini esirgemeden düşmanın üzerine atılarak Akdeniz yolunu Türk süngülerine açan kahraman askerler kazanmıştır. Ne yazık ki onların her birinin adını Kocatepe’nin sırtlarına yazmak mümkün değildir. Fakat hepsinin ortak bir adı vardır: Türk askeri, Tebriklerinizi onların adına kabul ediyorum”.

Çünkü Büyük Taarruz; Türk Ordusunun, subayının ve askerinin yüksek güç ve kahramanlığını tarihe kazıyan örnek bir harekât olmuştur. 30 Ağustos Zafer Bayramını yaratan ve eseri olan Türk Ordusu, güçlü olursa devletlerarası alanlarda, ülkemiz daha etkin ve güçlü bir konuma sahip olacaktır. Ordusunun gücü kırılan devletler giderek küçülecek ve emperyalist devletlerin sömürge yönetimi altında hareket edecek, isteklerine boyun eğecek ve parçalanmaya kadar gidebilecektir.

Ülkemizin toprakları üzerinde tarihi emellerini gerçekleştirmek ve ulus devlet yapısını ortadan kaldırmak isteyen emperyalist devletler Cumhuriyet değerleri ile çatışma içerisinde olan işbirlikçiler ile özellikle son dönemlerde hem Türk devletine hem de Türk ordusuna karşı çeşitli manevralar ile küçültülerek tasfiye etme ve yıpratma girişimlerine bulunmaktadırlar. Emperyalist devletlerin bu hedefini 31 Temmuz 1920’da Atatürk, Afyon Kolordu Dairesi’nde subaylara; “Millet, bağımsızlığının korunmasından ibaret olan hayatî amacının teminini ordudan, ordunun ruhunu oluşturan subaylardan bekler, işte subayların yüce olan görevi budur.

Allah göstermesin milletin bağımsızlığı ihlal edilirse bunun vebali subaylara ait olacaktır. Dünyada hayat için, insanca yaşamak için, bağımsızlık lâzımdır. Bağımsızlık sahibi olmak için, kuvvet sahibi olmak ve bunun için mevcudiyetini ispat etmek icap eder. Kuvvet ordudur. Düşmanlar, milletimizi bağımsızlıktan mahrum etmek için, evvela onu ordudan mahrum etmek çarelerine giriştiler. Silahlarımızı, cephanelerimizi, bütün müdafaa vasıtalarımızı elimizden almaya çalıştılar. Sonra kumandanlarımıza ve subaylarımıza tecavüz ve taarruza başladılar. Askerlik izzeti nefsini yok etmeye gayret ettiler. Ordu, düşmanlarımızın birinci taarruz hedefi oldu. Orduyu imha etmek için mutlaka subayları mahvetmek, aşağılamak lazımdır. Bundan sonra milleti koyun sürüsü gibi boğazlamakta, engeller ve müşkülat kalmaz. Ordu ise ancak subaylar heyeti sayesinde vücut bulur. Ordunun ruhu subaylardadır. O halde subaylarımız, düşmanlarımız tarafından yıkılmak istenilen ordumuzu tamir edecek ve canlandıracak, ordu ve milletimizin bağımsızlığını muhafaza edecektir. Şahsi ve özel hayatları itibariyle de subaylar, fedakârlar sınıfının en önünde bulunmak mecburiyetindedirler.

Çünkü düşmanlarımız herkesten evvel onları öldürür. Onları aşağılar ve hor görürler. Dolayısıyla subay için “ya istiklâl, ya ölüm” vardır. Fakat ölmeyeceğiz, bağımsızlığımızı muhafaza ederek yaşayacağız ve milletimizi daima bağımsız görmekle bahtiyar olacağız.” Sözleri ile güçlü ordunun önemini belirtmiştir. Türk Ulus’unun stratejik konumu nedeniyle varlığını koruyabilmesi için “Güçlü Ordu” kaçınılmaz olup, “Güçlü Ordu ve Güçlü Devlet” birbirini tamamlayan unsurlardır. Ordu siyasallaşırsa güçsüzleşir, ülke de güçsüzleşir ve sadece ülkede menfaati olan emperyalist devletlerin emellerine hizmet eder. Güçlü devlet olmanın yolu ordusunu yıpratmadan ve siyasete alet etmeden kuruluş felsefesine bağlı kalmaktır.

Atatürk, “Memleketimizi esir etmek isteyen düşmanları behemehal mağlûp edeceğimize dair olan emniyet ve itimadım bir dakika olsun sarsılmamıştır” sözü ile orduya güvenini belirtmiştir. Güçlü orduya sahip olmak, her zaman ve her koşulda ülkenin güvenliği için hayati önem taşımaktadır. Bu toprakların yeniden vatan olması; hür, özgür ve tam bağımsız olarak bütün kazanımlarımız ile yaşamamızı güçlü ordu ile kazanılan “Büyük Taarruz ve Başkomutan Meydan Muharebesine” borçluyuz.

Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarının 99 yıl önce kazandığı “Büyük Zaferi’ sonucunda elde edilen “30 Ağustos Zafer Bayramı”nı dünya var oldukça Türk milleti varlığından, birliğinden ve tam bağımsızlığından asla taviz vermeden, hiçbir engel tanımadan, ulusça anlamını, önemini, o dönemi yaşayarak ve hissederek büyük onur, gurur, mutluluk, saygı ve sevgi, coşku ile kutlayacaktır”

“30 Ağustos Zaferi’nin 99’ncu yılında; başta bu eşsiz zaferi bizlere armağan eden Başkomutanımız Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK ve kahraman silah arkadaşları olmak üzere kutsal vatan toprağının bütünlüğünü ve şanlı bayrağımızın daima hür bir şekilde dalgalanması için canlarını feda eden aziz şehitlerimizi rahmet ve saygıyla, kahraman Gazilerimizi minnet ve şükranla anıyorum.”

Ahmet Şerafettin YAMANER
(E) P. Kd. Bnb.
Kıbrıs Gazisi TESUD Bolu Şube Başkanı

YORUMLAR (İLK YORUMU SİZ YAZIN)

ÜYE GİRİŞİ

KAYIT OL