Ve Fakat.. Ekran-insan ilişkisi çoktan korkunç olmaya başladı. “Dönülmez akşamın ufkundayız vakit çok geç” Diye başlayan o mahzun şarkıyı hatırlıyorum. Öyle her babayiğidin altından kalkamayacağı bir bestesi, bi ses aralığı,..
Ve Fakat..
Ekran-insan ilişkisi çoktan korkunç olmaya başladı.
“Dönülmez akşamın ufkundayız vakit çok geç”
Diye başlayan o mahzun şarkıyı hatırlıyorum.
Öyle her babayiğidin altından kalkamayacağı bir bestesi, bi ses aralığı, içimize işleyen bir duygusu vardı.
En çok Müzeyyen Senar’ın sesinden dinlerken “tüylerim diken diken olurdu”
Bülent Ersoy söylerken mevzu mekanik,
Tarkan söylediğinde ise vakıa “pop” olur; müziğin üzerimde bıraktığı halet-i ruhiyem batıya kayar, nefs’im anında körlenirdi.
Kör bıçak kesmez, herkes şarkı söyleyemezdi nitekim…
Söylerdi belki de!!!
Her topal atın bi kör alıcısı olduğu gibi?
Her şarkıcının da bir şarkısı olmalıydı..
XXX
Benim batıya azgınlığım; batıya kızgınlığım,
Çizgi romanlarımdan gelen miras,
Kızılderili dostu Teks’ten kalan vasiyet gibidir.
Batı dendi mi? aklıma Amerika gelir ve ben bu ülkeye hep “tilt” olmuşumdur.
Amerika’nın Birleşik devletler olmasına vesile olan “kırmızı ceketli”, “trampetli” İngilizlere’de ayrı bir gıcıklığımın olduğunu itiraf etmeliyim.
Siyasi duruşumun temeli sayılan anti Amerikancı yanımı över,
Tabiata olan saygımı tesis eden Kızılderilileri de bir o kadar sayarım.
Dumanla olan konuşmalarına,
Otlardan şifa buluşlarına,
Rüzgara yüzlerini, güneşe sırtlarını verişlerine hayran kalırdım.
XXX
Çizgi romanlar güzeldi; onu diyorum.
Bir de şunu diyorum..!
Çocukluk yıllarımda, çizgi romanlara dalar çizgi çizgi yaşardım.
Çizgilere can veren de, silahı ateşleyen de, vuran da vurulan da ben olurdum.
Türkçe öğretmenim Teks okumama kızardı amma, Tom Miks’i de elinden hiç düşürmezdi.
Bir fasikülünü mutlaka siyah rugan çantasında taşırdı.
Yüzbaşı’sına tutkuyla bağlıydı. Suzi’yi acayip kıskanırdı.
Rahat kadındı.
Halâ bekârdı!
Bağımlılık yapar; okuma alışkanlığı kazanamazsınız diye, çizgi romanlara karşı ezberinden konuşurdu.
Bağımlılık değincesin; şu ekran bağımlılığı var ya! hafızalarımızı kemiren kuşaktan kuşağa sirayet eden!
Kültürel manada “ipten kuşaklı” yapan mevzu.?
Derin!!!
De!
Kerim’in kuyusu da baya bi derin.
XXX
Bundan 50 yıl önce falan, televizyon denilen cihaz ülkemize henüz gelmişken, dedelerimiz kendilerince, organize olmadan, birbirlerinden bi haber şekilde…
Televizyonları evlere sokmamak için baya bir direniş göstermişlerdi.
“Ben hayattayken o şeytan kutusu eve girmeyecek” tehdidini savuran ata/dede sayısı hiç az değildi..
Ana haber, dizi film, evlilik, mutfak, kuşak programı bile izlemeden ney’i gördüler, ney’i fark etmişlerdi.
Hangi sosyolojik kaygılar ve psikolojik vakalar üzerine böyle bir direnç göstermişlerdi; bilinmez..
Üstelik yobaz yaftasını yemeyi de göze alarak; baya bi direnmişlerdi…Mekanları Cennet olsun
Ya şimdi!!
Telefon, tablet, bilgisayar, LCD…
Onlar ne olacak…
Ya bağlıları…
Facebook, WhatsApp, Instagram ve Messenger..
Google, YouTube, Twitter…
XXX
Artık işimizden, evimizden, çocuklardan daha önemli fakat henüz itiraf edemediğimiz bir yoğunluğumuz var.
Bağımlısı olduğumuz beyaz ekranlar.
Küçüldükçe küçülüyor ama yarattığı travmalar baya bi büyük oluyor.
Facebook-İnstagram-WhatsApp ve diğer yedi sülale yani…
O diil de şu!!!
Ekran, insan ilişkisi korkunç, dönülmez bir yere doğru gidiyor.
İlimciler, bilimciler gerekli adımları atmıyor.
Bi reçete yok.
Sokak/toplum sosyolojisi, dijital sosyolojiyi analiz edemiyor.
Hatta, hatta…
Başka bir sorun daha var.
Çok sayıda psikolog, doktor, uzman da etkileşim bağımlısı olmuş durumda.
Beğeni sayıyorlar.
Ne yalan söyliyim, sosyal medyada kim doktor kim hasta belli değil.
Bizi kimler yönetiyor?
Yiyeceğimize, giyeceğimize, kimlerle arkadaş olacağımıza kim karar veriyor?
Aslında biz kimiz?
Kendimize kendi irademizle bir yedi saat ayırsak, belki göreceğiz…
“Facebook çık aradan” diyebilsek, silkinebilsek üzerimizdeki tozu toprağı, beyaz ekranın küllerini bi üfleyebilsek.
Bi farkına varabilsek; başımızı bi kaldırabilsek…
XXX
Her gün bir gölden arta kalan balıkçı tekneleri,
Çırpınan balıklar,
Oksijeni tükenen sular,
Canlı cenazeye dönmüş kuş cennetleri.
Simsiyah akan dereler,
Kokudan yanına varılamayan nehirler,
Bir damla suya hasret ekin tarlaları, beton şehirler, öksüz köyler
Bir yanda sel.
Öte yanda yangın.
Öbür yanda kuraklık..
Covid,
Müsilaj,
Düşmanla ortaklık kurmuş düşman…
XXX
Hey!
“O şeytan kutusu bu eve girmeyecek” diyen dedelerimiz..
Hey!
“Eski toprak”
Hey!
Adamım!!
Bu iş.?
Öyle; facebook’la, instagramla olacak iş değil.
İklim krizi, bizi kuraklık ile vurabilir.
Düşmanla ortaklık kurmuş düşman da sırtımızdan..
YORUMLAR (İLK YORUMU SİZ YAZIN)